Daha Yakından Bak – Çağlar Bocutoğlu - Archerson

Daha Yakından Bak – Çağlar Bocutoğlu


Farklı sektörlerden/alanlardan gelen ve ilginç hikâyelere sahip olan üyelerimizi tanıyacağımız “Daha Yakından Bak” serisi, farklı meslekleri ve hayatları tanımamıza yardımcı olurken aynı zamanda aklımıza gelen fakat soramadığımız soruların cevaplarını da bulabileceğimiz bir seri olacak. Bu seride daha yakından bakarak büyük resmi tamamlayabileceğimizi görecek, farklı hayatların ve hikâyelerin bize kattığı şeylere şaşıracağız.

Değerli üyemiz Oktay Yalçın’dan sonra şimdi de Archerson Kadıköy üyemiz Producer & Writer Çağlar Bocutoğlu’yla serimize devam ediyoruz.

 

Merhaba Çağlar Bey, biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Ben Çağlar Bocutoğlu. Eğitimimi siyaset bilimi üzerine yaptım. Ankara’da okudum. Sonrasında İzmir’de bir tekstil firmasında işe başladım ve 8 yıl denim üzerine üreticilik yaptıktan sonra fikrimi değiştirdim ve prodüksiyon ve yazıya dair bir iş yapmaya karar verdim.

 

Hiç beklemiyordum böyle bir şey duymayı 🙂

Evet, bana da sürpriz oldu. O dönemde hafızamı kaybettiğim için baştan başladım ve yeni bir hayat kurmaya karar verdim 🙂 İzmir’den İstanbul’a taşındım ve şimdi prodüksiyon alanında içerik üreticisi olarak ve yazarak farklı projelerde yer alıyorum.

 

Peki, neden bu alana geçtiniz? Daha önce böyle bir hayaliniz mi vardı yoksa hayatın getirileri mi bu yönde oldu?

Bu benim içimdeki bir hayaldi. Eski işimde de çok yoğun çalışıyordum ama beni bir türlü içsel olarak tatmin edememişti ama şimdi şöyle bir şey ki biz hayallerimizi gerçekleştiriyoruz. Aslında yaptığımız iş uydurmak. Yani, hikâye üretmek ve bunun neşeli bir tarafı var. Yaptığımız iş her ne kadar yoğun olsa da veya her ne kadar ağır iş yükümüz olsa da çok neşeli bir tarafı var ve ben de o neşesine tutkunum. Yeni bir şeyler üretebilmek ve bunu insanlarla paylaşabilmek açısından çok şanslı buluyorum kendimi.

 

Prodüksiyon çok duyduğumuz bir kelime fakat tam olarak nedir bu prodüksiyon? Bir şeyler üretmek ama nasıl üretmek?

Aslında prodüksiyon işin mühendisliğidir. Bunu daha basit anlatmak gerekirse; bir yapıyı düşünelim. Bu yapıyı mimarlar tasarlar. Bizim işimizde de ajanslar ya da içerik üreticileri bir yapı tasarlar ve prodüksiyon bunun gerçekleşmesini sağlar. Yani, tarafları bir araya getirir. İşte görüntü yönetmenini bulur, teknik olarak kostümünü ayarlar, sanata dair parçalarını birleştirir ve daha önemlisi finansman olarak destekleyerek bunu gerçekleştirilebilir bir proje haline getirir. Tabii bizim sektör çok değişkendir. Bazı yapımcılar bağımsız film sektöründe yer alırlar, prodüksiyon yaparlar ve yaptıkları işi satmakla yükümlüdürler ya da reklamda çalışan yapımcılar zaten hazır bir müşteriye bir iş kalıbı kapsamı içinde proje üretirler ve o projenin gerçekleşmesini sağlarlar. Aslında bir tarafın finansmanını yapımcı sağlarken bir tarafta bunun bütün finansmanı reklam ajanslarından ya da başka firmalardan gelir.

 

Sanatla uğraşan her insanın duyduğu “o” klasik soruyu sormak istiyorum size. İlhamınızı nereden alıyorsunuz?

Ben tabii dizi sektöründe de çalıştım. Dizi hikaye ekiplerinde de ortağımla beraber yazdığım projeler oldu ama şu anda yaptığımız iş bir belgesel serisi hazırlamak. Bu aslında çok ilhama dayalı değil, daha çok haberlere dayalı ve dünyadaki kötülüğe dair ne tip sektörler varsa onunla alakalı araştırmalar yapıyorum ben. Aslında bu bir ilham değil, proje üzerine çalışmaktan geliyor.

 

Peki, bu belgeselin konusu nereden geliyor?

Bu, TRT ekibiyle birlikte geliştirdiğimiz bir projeydi. Biz dedik ki, silah endüstrisi gibi ilaç endüstrisi gibi böyle kır kahvelerinde üzerine geyik yapılan konuları gerçekten araştırarak arkalarında ne gibi suç örgütleri var bakalım. Daha sonra bunları da izleyicilere en kolay ne şekilde anlatabileceğimizi düşünerek böyle bir seri oluşturmaya karar verdik. Bu zamanda kadar da oldukça başarılı oldu bu seri.

 

En çok yapmayı sevdiğiniz, üzerinde çalışmayı sevdiğiniz projeler hangi sektöre ait?

Bağımsız sinema. Şöyle ki, bizim bu sene çıkardığımız filmimiz, ilk filmimiz oldu. İstanbul Film Festivali ve Ankara Film Festivalinde en iyi ilk film ödülünü aldık. Buradan sonra umudumuz daha uluslararası projelere bunu taşımak ve bağımsız sinema üstüne çalışmak. Şu anlamda çünkü bu tip projelerde limit kesinlikle siz oluyorsunuz ve senaryoyu geliştirmek bile 2-3 seneyi bulabiliyor. Biz mesela bağımsız filmimizi 5 yılda tamamlayabildik. Finansmanını bulmamız, içeriğini üretmemiz, oyuncuları ayarlayabilmemiz, çekmemiz ve sonrasında da post prodüksiyonumuz derken yaklaşık 5 yıl sürdü. Biz de gelecekte Çağıl’la beraber, kardeşim ve ortağım, bağımsız sinema endüstrisine dair bir şeyler üretmek istiyoruz. Hayalimiz bu.

 

Gerçekten harika bir hayal. Sizinle konuşurken kendi hayatımı sorguluyorum bir yandan 🙂

Teşekkürler 🙂 Ben de, sürekli sorguluyorum onu.

 

Bir insanın bu işi yapabilmesi için spesifik özelliklere sahip olması gerekir mi? Mesela ben yarın uyanıp yapımcı olacağım artık diyebilir miyim?

Öncelikle ilgiye sahip olmalısınız. İkinci olarak, bilgiye sahip olmalısınız çünkü o bilgi de çok okumak, sektörü takip etmek ve sanata ilgi duymakla ilgili bir şey. Ben eski işimden bu yeni işime geçerken benim için süreci kolaylaştıran kısım çok okumuş olmam ve sinemaya/sanata dair ilgim ve bununla ilgili yılları aşan birikimim olmasıydı. Bu sayede rahatlıkla sektör değiştirebildim, sevdiğim işi yapabildim ve aynı zamanda yazabiliyorum. Bu da önemli bir nokta. Bunların dışında çok çalışmak şart.

 

Bugüne kadar yaptığınız en ilginç, anlatılası ve hikâyesi sizi en etkileyen olay neydi?

En ilginç ve etkileyen belki değil ama akılda kalanlardan birini anlatmam gerekirse; sektöre yeni başladığımız zamanlarda televizyon formatları üretmeye çalışıyorduk. Böyle mantar gibi bir sürü üretmeye çalıştık ama bir türlü becerememiştik. Beceremediğimiz bir projeyi anlatayım. O formatta her programda bir sporu tanıtıyorduk ve ben sunucu bulamadığım için sunuculuk yapmak zorunda kalmıştım. Programların birinde de güreşi tanıtmak için güreşmek zorunda kalmıştım ve Çağıl yönetmenliğini yapıyordu o programın. Biz bu programı çektikten sonra üç hafta yattım ben aralıksız olarak. Bunu hiç unutmuyorum. Hep aklıma o bölüm ve Çağıl geliyor. Hep uzun uzun tekrar, bir daha çekelim bir daha çekelim dedi (Güler).

Onun dışında “Sardunya” bizim filmimiz, hem kendi hayat hikayemizi anlattığımız hem de bizim için çok uzun bir yolculuk diyebileceğimiz bir film oldu. Bu filmin festivallerde yer alması bizi ok mutlu etti. Benim için en özel hikaye bu diyebilirim.

 

Hiç var olmayan, kimsenin düşünmediği, sadece sizin düşüncelerinizde yer alan bir fikirden film yapıp bunu insanlara sunuyorsunuz. Bu nasıl bir his?

Bu çok büyük bir heyecan çünkü ilk olarak beğenilecek mi, beğenilmeyecek mi? Doğru izleyiciyi buldu mu? Film onlara hitap ediyor mu? Bunları düşünüyorsunuz. Ve şöyle düşünün, 5 yıl boyunca bir şey için hazırlanıyorsunuz. Tabii ki projeler her sene de çok hızlı çıkabiliyor ama bizim filmimizin uzun sürmesi tamamen finansal gereksinimlerini karşılamakla ilgiliydi ama yıllar sonunda ilk kez izleyiciyle buluştuğunda o tedirginlik… Çünkü beğenilmeyecekse her şey boşa gitmiş oluyor. Büyük bir heyecandı yani bir nevi boks maçına çıkmak gibi ve buna asla hazırlıklı olamıyorsunuz çünkü izleyicinin ne tepki vereceğini bilemediğiniz için o bilinmezliğe savruluyorsunuz ve o ilk film gösteriminden sonra izleyiciyle her buluşmasında ya da festivallerde beğenecekler mi, beğenmeyecekler mi diye korkuyorsunuz. Sonrasında bu korku heyecana ve mutluluğa evriliyor. Sonrasında da büyük bir rahatlama oluyor çünkü yılların meyvesini tabii ki bağımsız sinemada ekonomik olarak kazanmamız ya da toplamamız mümkün değil tabii ama bir tatmin ve tamamlanma duygusu sizi sarıyor ve sonra sırada ne var demeye başlıyorsunuz. Bu bir kaşıntı gibi başlıyor küçük küçük ondan sonra ruhunuzu sarmaya başladığında yeni projeye başlamaya hazırsınız demektir. Geride bırakmak ve yenisine başlamak için. Biraz böyle bir süreç.

 

İnsanın işiyle ilgili böyle bir şey söyleyebilmesi harika değil mi?

Ya söylerim de şu an çok uzun sürer sizin için yazması (Güler).

 

Sizce sizin dünyaya karşı bakış açınız diğer insanlarınkinden, mesela yoldan geçen isimsiz birinden, farklı mı?

Bence değil. Şöyle diyebilirim, insanlar büyük potansiyeller barındıran ruhlar ve aslında bu kibirli bir yaklaşım olur diyebilirim. Sadece ben kendi ruhumla işimi birleştirebileceğim bir yol buldum ama birçok insan bunu birleştirebilme imkânı taşımıyor. O potansiyele sahip insanlar ister istemez ekonomik ya da sosyal bazı faktörlerden dolayı başka işlerde yer alıyorlar ve bu durumda kendi potansiyellerinin dışarı çıkmasına engel oluyor. O yüzden bence herkes çok değerli zihinlere sahip.

Ben farklıyım demem bu sebeplerden çok yanlış olur. Değilim çünkü.

 

Gerçekten çok teşekkür ederim röportaj ve sağladığınız harika perspektif için.

Rica ederiz 🙂

Yorum Yap